Barbar Türkler, terörist millet, gelişememiş veya gelişmekte olan insan topluluğu...
Bu gün Avrupa ve Amerikada Türk denince akla gelen kelimeler bunlar. Türk ırkına mensup bir insan olduğum için ve hemde Türk vatandaşı olduğum için mi bilmiyorum (biraz da bu yüzden olabilir) bu tip şeyleri hiç kabul edesim gelmiyor. Nedeni de bu gün bir Amerikalı kadar barbar başka bir insan yoktur, Avrupa insanın içinde de genel olarak insan sevgisi yoktur. Emperyalizim ve kapitalizim gölgesinde kendi ırkına mensup olmayan insanları sadece sömürme, sömüremediklerini de aşağlama elinden geldiği kadar madara etme yarışının bir nişanesidir bu laflar. Yaptığım bu girişten anlaşılanın aksine bu gün sizle siyaset ve devletler hukuku konuşmayı düşünmüyorum. Belki biraz iç karartırım belki biraz heyecan yaptırırım...
Medeniyet denen şey binlerce yıldır batı ve doğu arasında gitmiş gelmiş bir şeydir. Aslen bilim gibi konular belirli bir insan kitlesine sıhtırılamayacak kadar büyük bir şeydir. Tüm insanlığın ortak birikimidir denilebilir. Bu yüzden bu gün dünya üzerinde yaşıyan hiç bir millet, ister gelişmiş olsun ister gelişmemiş olsun aşağlanmayı hak etmezler.
Bu yüzden bu gün sizlere "Barbar Türkler" laflarına inat batının ne kadar barbar olduğunu gösteren birkaç örnek vereceğim. Akabinde bu gün gelinen durumdan bahsetme düşüncesindeyim.
Cehalet sonucu ortaya çıkabilecek olayların vahşet derecesini şahsen tarih sahnesinde her daim görmüşüzdür. Osmanlıdaki Vaka-i Vakvakiye olayından tutunda Avrupadaki skolastik düşüncelerden çıkan olaylara kadar çok geniş bir yelpazeden, her milleti içine alan yüzlerce örnek vermek mümkündür. Bunların ikisinden bahsedip onlar üzerinden bizim cehaletimiz ve Avrupanın cehaletine göre bir kritik edeceğim.
Avrupada büyücülük dehşeti
Avrupada osmanlılar egemen olmadan önce 1200 - 1300'lü yıllarda her ne hikmetse adamın biri çıkıp büyücüleri ve cadıları anlatan bir kitap yazmış. Bu kitapta çok detaylı bir şekilde hangi kadınlar cadıdır, cadıların geceleri nerelere gidip neler yaptıları, vücutlarındaki veya davranışlarındaki bir şeyden büyücü olup olmadığını anlamanın yollarını anlatmıştır.
Bu kitabın belirli bir kesim tarafından çok okunması bir çılgınlığı beraberinde getirmiştir. Artık güçlü insanlar gıcık kaptıkları herkesi cadı olmakla suçlayıp köy meydanında canlı canlı yakarak nifaz ediyorlardı. Örneğin komşunuz bir gün size snirleniyor ve bir kaç agresif laf ediyor. Öbür gün de ineğiniz ölüyor. Bu, o kişinin cadı olduğu manasına gelmektedir.
Bu şekilde cadı etiketi vurulmuş onlarca genç kadın ve az sayıda erkek, kilisenin engizasyon mahkemeleri tarafından yargılanmıştır. Genç kadınların vücudu delici aletlerle dörtülerek cadılık izleri aranmış ve türlü işkencelere maruz bırakılarak cadı olduğunu itiraf etmesi, başka bir cadı ismi vermesi istenmiştir. İşkencelere dayanamayan kişi, sonunda başka bir kişinin ismini vermiştir. Engizisyon mahkemeleri hemen ismi yeni verilmiş olan kişiyi de gidip tutuklar ve aynı işkenceleri ona da uygulayıp başka bir cadı ismi alınmaya çalışılır.
Bu şekilde kör bir döngü içerisine giren cadı ispiyonlama çılgınlığı tutuklanan her cadının (!) ölümüyle sonuçlanır. Devamında başka bir insan da cadı olarak öldürülür. Bu şekilde kilisenin kendi halkına işlediği cinayetlerin boyutu o kadar artmıştır ki sadece almanyada 600 binden fazla genç kadın ve erkek canlı canlı yakılarak öldürülmüştür.
Cadı diye tabir ettikleri insanları yakarak öldürmelerinin nedeni tekrar canlanmalarından korkmalarıydı. Ayrıca cadıların enteresan özellikleri vardı. Örneğin yüzüne bakınca yüz ifadesi sizin ona acımanıza neden olabilirdi, sizi kendi etkisi altına alıp kölesi yapabilirdi. Bu yüzden mahkemelerde yargılanan insanların yüzüne hiç bakmamadan işkence yapılması gerekliydi. Ayrıca bir insanın cadı olup olmadığını anlamanın bir kaç yolu vardı. Bunlardan bazıları vücudunda doğum lekesi bulunması, diğer insanlardan farklı bir parmak, el, kol, ayak gibi organlar, acıya verilen dürtü gibi bir takım özelliklerdi. Bunların hepsi başlangıçta bahsettiğimiz kitaplarda verilen tariflerdi. Ayrıca bir insanın cadı olup olmadığını anlamanın en iyi yolu; elleri ve ayaklarını birleştirip bağlarsın ve göle atarsın, eğer kişi gölde batmadan su yüzünde kalıyorsa cadıdır, canlı olarak yakılması gerekir, eğer suda batarak boğulursa sorun yok, o normal bir vatandaş. Tabi burada sorun cadılığı sorgulanan arkadaşın her iki durumda da ölüyor olması.
Katliamların insanlar üzerindeki etkileri de yadsınamaz. Örneğin bir gün Almanyada cadı olduğuna inanılan 300 kadar kişi meydanda kazıklara bağlanıp yakılmış. O günü anlatan bir adam yanan insanların çıkardıkları çığlıkları yanarken inleyen bir ormana benzetmiştir.
Kazıklı Voyvoda (Voyvoda III. Vlad Tepeş)
Vlad Tepeş dediğimiz arkadaş aslen bu günkü Macaristan'ın Voyvodası (Prensi)dir. 1400'lü yıllarda Osmanlı bu ülkeye bir sefer düzenleyerek Macaristanı yenmiştir ve Vlad, babası tarafından Osmanlı Padişahına rehin olarak verilmiştir. Fakat Türkler tarafından bir esirden çok şehzade muamelesi görmüş, diğer beyliklerin şehzadeleri ile birlikte yaşamış, onların hocalarından eğitim almış, zamanla iyi bir devlet adamı olarak yetiştirilmiştir. Daha sonra Osmanlının desteğini de arkasına alarak Macaristana bir takım seferler düzenlenmiş ve sonunda babasından sonra Macaristana Voyvoda olarak atanmıştır.
Başlangıçta çok iyi bir şekilde ülkeyi yönetmiştir. Ülkede yasaların aynen uygulayacısı olmuştur, zamanın Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han'a bağlı kalmıştır. Fakat ilerleyen zamanlarda artık çok güçlenidiğini düşünerek bir takım sapkınlıklar yapmıştır. Fatih tarafından uyarılmış, aklını başına devşirmesi söylenmiştir. Fakat kendisine gelen uyarılara kulak asmayan Vlad, zamanla Macaristanda tam bir katliam yapmıştır.
Kendince bazı insanları yargılıyor, suçlu buluyor ve cezalandırıyordu. Bunun yanında garip bir fantazi de geliştirmişti kendisine: Suçlu bulduğu insanları kazığa oturtmak. Kazığa oturtulan insanlar garip bir şekilde hemen ölmüyor, iki - üç gün kadar vücutlarının içinden geçen kazık günlerce acı çekmelerine neden oluyordu. Vlad'da bunları izlemekten keyif alıyordu. Bu işi daha iyi yapmak için sarayının bahçesine onlarca kazık diktirmiş, kazıkların her gün bakımı yapılıyordu. Hatta hobi olarak kazığa geçirdiği insanların arasında yemek yiyordu.
Gelişen bu olaylarlar bir yana dursun, zamanla kendine bir lakap da bulmuştu: Drakula. Bu kelime kullandıkları dilde "Şeytanın oğlu" anlamına geliyordu. Çok kötü olduğu için kendisinden gurur duyuyor, bu yönüyle babasına benzediğini düşünüyordu. Bu yüzden babasını şeytan, kendisini de şeytanın oğlu olarak adlandırıyordu.
Vlad'ın azgınlıklarına artık dur diyen Fatih, macaristana bir sefer düzenlemiş. Ordusuyla Macaristan topraklarına girdiğinde hayretler içersinde kalmıştır. Yolların her iki tarafı, kadın - çocuk demeden kazığa geçirilmiş insanlarla çevriliydi. İdam edilenler genelde türk ailelerinden oluşuyordu. Sever sonucunda Fatih, Drakulayı yakalayıp idam ettirmiştir. Aynen kendi yaptığı gibi kellesi kesilmiş, bir kazığa geçirilip gezdirilmiş, daha sonra bir yerlerde gömülmüştür.
1900'lü yıllarda ise bir senarist Vlad Tepeş'in bu şekilde ilginç hayatından etkilenip Vampir Drakula karakterini oluşturmuştur. Bu karakteri vampirlerin efendisi olarak tabir etmiştir ve bu gün hepimiz bu ismi biliriz. Fakat tarihçesi bu şekilde bir tarajik olaya tekabul eder. Başlangıçta türkler tarafından beslenip büyütülen, nazik bir şekilde beslenen, korunan bir insan sonra bir anda "şeytanın oğlu" oluvermiş ve tam bir türk düşmanı olmuş ve binlerce Macar Türkünü kazıklara geçirip katletmiştir.
Dolunayın Köpekleri: Kurt Adam Efsanesi
Kurt adamları hepimiz duymuşuzdur. Gündüz güneşin ışığında normal bir insan olan birey gece dolunayın ışığını görünce her ne hikmetse çıldırır ve vücudu değişerek tam bir kurt görünümünü alır. Bu evreden sonra kendisine hiç bir şekilde hakim olamaz ve sadece birilerini parçalar, küçük çocukları canice öldürür.. Aslen bu Türk mitolojisinde de bulunun, gece yarısından sonra bir cinin kontrolüne girip bebekleri ödüren yaşlı kadınlar olan keferelerin avrupadaki karşılığıdır. Kurt adam olan kimse lanetlenmiştir ve ay ışığında vücudu değişir ve kurta dönüşür.
Bir insanın kurt'a dönüşmesini bilimsel açıdan değerlendirecek olursak: insandaki iskeletlerin köpeklerle hiç bir benzerliği yoktur. Örneğin insanda geriye doğru kıvrılan diz kapağı, kurtlarda kıvrılmaz ve öne doğru büküktür, ayakar beş parmaklı olmaktan çok pati şekindedir ve tırnaklar pençe şekindedir. Ayrıca vücudunun kıllarla kaplanması gerekmektedir. Görünen o ki bir insan kurt adama dönüşmek için tüm fizyolojisini değiştirmek zorunda ve bunu bir dakika içerisinde yapması lazım.
Sizlere kurt adamın kurt değil, aslında bir sırtlan olduğunu söylesem belki şaşırırsınız. Böyle bir karakterin halk arasında yaygınlaşmasının nedeni zamanda ruh hastası bir adamın evcil hayvan olarak sırtlan beslemesinden çıkmıştır. Adam sırtlanı eğitmiş ve gıcık kaptığı kişilerin ailesine salmıştır. Bu şekilde bir çok insan gece karanlığında saldırıya uğrayınca bunda bir efsane arayacak olmuş. Zamanla cinayetler çığrığından çıkıp tüm köyü tehtit eder hale gelmiş, onlarca çocuk, genç, yetişkin bir sürü insan saldırıya uğramış, bir çoğu ölmüştür. Saldırılardan yaralı kurtulmayı başaran vatandaşlar karanlıkta gözleri parlayan devasa bir yaratık tarafından bir anda saldırıya uğradıklarını söylemiştir. Zamanla olay kıralın kulağına kadar gitmiştir.
Kıral kendi korumalarından bir kısmını köye göndermiş, orada araştırma yaptırmış. Tabi bir sonuca ulaşamamakla birlikte gönderilen askerler de halka zulmetmişler. Bu yüzden askerler aynen çekilmiş ve köy bir kez daha kaderine terk edilmiştir. Kıral son çare olarak kurt adamı yakalayana yüklü bir miktar ödül vereceğini duyurmuştur.
Bu olay üzerine baştan bahsettiğimiz adam gümüş paraları eriterek kurşun yaptırmış ve gümüş kurşunlarla ormana gitmiş. Geri döndüğünde kurt adamın gümüş kurşun ile öldüğünden bahsetmiştir. Daha sonraki araştırmalarda ormanda kaçışma, boğuşma izleri olmadığı, öldürülen yaratığın kendisini vurmaya gelen kişiye saldırmak veya kaçmak yerine uysal bir şekilde yanına geldiği, bir süre ormanda yaşadıkları farkedildi. Ayrıca ölen canlı kaçmamış ilginç bir şekilde adamın kendisini vurmasını beklemiş. Adam önce onlarca cinayete neden olmuş, sonrada kurt adam dediği bir canlıyı bir gümüş mermi ile vurarak öldürdüğünü iddea etmiş, büyük ödüle de konmuş. Tabi ilginç bir şekilde bu tarihten sonra köyde cinayetler kesilmiş. Günümüzde yapılan tahminlerde vurulan canlının ve cinayetlerin işlenme şeklinin vahşi bir sırtlana ailt olduğu kanısına varılmıştır.
Halk bu cinayetler ve gümüş mermilerle vurulunca olayların bitmesi sonucuda kurt adam efsanesine gönülden inanmış. Bu gün bahsettiğimiz köyde kurt adamın saldırdığı genç kız şeklinde bir heykel var. Bu köy bu gün bir turistik yer haline gelmiştir. Fakat tarihte onlarca kişinin cinayetine tanık olmuştur.
Sonuç olarak
Türklere barbar diyenler bu tarajik, biraz da komik şeylere dikkat etmeleri gerekir. Objektif bir bakış açısıyla bakınca tüm olayların başlangıcının zamanı Avurpa halkının cehaleti olduğu açık bir şekilde belli oluyor. Halk ölerek bir olaya inanmış, inandıkları olay sonucuda ölmeye devam etmiş, ve farkettiklerinde yine ölmeye devam etmişler. Bu olaylar silsilesi, cehalet milyonlarca mahsum insanın katledilmesine neden olmuştur. Şimdi tekrar düşünsünler: Türkler mi barbar?
Bu gün bazı şahsiyetlerden malesef bazı basiretsiz şeyler duyuyorum. Örneğin Türkler fetihleri sırasında kan dökmüştür, ele geçirdikleri yerleri kan dökerek almıştır, mahsum halkları katletmiştir gibi ifadeler duyorum. Zamanın devletleri var olmak için genişlemeci devlet politikası benimsemek zorundaydı. Bu yüzden zaman zaman seferler düzenleyerek başka toprakları feth edilmiştir. Buna karşılık türkler sefer düzenledikleri yerlerde sadece kendisiyle savaşan askerle savaşmış, halka zarar vermemiştir. Fakat zamani avrupa kavimleri girdikleri her yeri yakıyor, yıkıyor, soy kırım uygulayorlardı.
Yukarda uzun uzun anlattığım üç ayrı hikayede o zamandaki Avrupada cehaletin boyutları görünüyor. Nasıl ki bu gün bilim - teknik avrupa toplumlarının elinde, o zamanda Türk ve doğu toplumlarının elindeydi. Osmanlı o toprakları feth ederek oralardan cehaleti kaldırmış, halka hoş görü, insanca yaşama alışkanlığı kazandırmaya çalışmıştır. Karşılığını da, her iyiliğin karşılığı gibi, bir yumruk olarak geri almıştır.
Türkler kan dökmüştür diyenlere Rodos adasının fethini örnek veriyorum. Kanuni Sultan Süleyman, Rodosu fethederken 30 bin tane şehit vermiş, bu yüzden rodos kalesine girdiği, bu gün kral kapısı olarak isimlendirilen kapıyı ertesi gün kilitleme emri vermiştir. Daha sonra bu ada Yunanlılara bırakılırken bir o kadar daha şehit vermiştir. Yani Türkler hoş görü dağıtırken, karşılığı ölüm olmuştur, dökülen kan türkün kanı olmuş. Bunun bir çok örnekleri vardır: Yunanlılar Türk egemenliği altında hür yaşamış, daha sonra savaş dönemlerinde onlarca türk köyüne girerek katliamlar yapmışlardır.
Macaristani bir Vlad drakuladan kurtaran Osmanlıdır, Engizasyon mahkemelerinin zulmüne ve haçlı ordularına son veren yine türklerdir. Kurt adam gibi bir hurafeyle katledilen topluluğa huzur ve rafah getirmeye çalışan yine türkler olmuştur. Tarhite barbarlık, katlim, hadutluk, cehalet gibi kavramlar avrupanın eseri olmuştur. Bu gün türklerin aşağlanması da yine bir oyunla burada başlatılan terör ile Avrupa, Amerika, Rusya gibi büyük devlettir.
Velhasıl kelam bazı kişiler herkesi kendisi gibi sanır. Bu yüzden herkesi barbarlıkla suçluyorlar. Aslında amaçları kendilerine faydası olmayanları aşağlamak. Yani kedi ulaşamadığı ciğere murdar der. Türkler barbar bir topluluk değildir. Tam aksine, hoş görülü, ilim - irfan sahibi bir millettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder